Saat gibi hüzünlü

Hand Watch, by Ralph Gibson
Zaman herkes için aynı şekilde geçmiyor. Kimine iyi, kimine kötü davranıyor. Bir yılın daha son günündeyiz. Belki bir şeylerin sonundayız, belki de başında. Belki de bugünün yarından bir farkı yok.

Sabahları kahve eşliğinde gazete okumak en büyük keyfim. Gazete, yaşadığımız zamanın göstergelerinden biri. Yarın sabah yine 3 gazete alacağım. Neler olacağını da biliyorum aslında. Ama her defasında beni şaşırtan bir haber mutlaka oluyor. Olmadığını zannettiğim zamanlarda bile oluyor, sonradan farkediyorum.

Bir günü kitap okumadan bitirmek, kurmalı bir saatin tacına dokunmadan olmaz. Öyle güzel kitaplar okudum ki bu sene, sanırım benden daha mutlusu azdır bu acılı dünyada. Hayatımızı incelikli cümleleriyle tamir eden saat ustası ve en sevdiğim yazar Şule Gürbüz'ün 'Zamanın Farkında' kitabı yılın en güzel armağanıydı. Beni Longines'in kronometreli bir saatiyle şahsen tanıştırdığı için, macerasını da anlattığı için kendisine müteşekkirim.

Ustaların ustası Recep Gürgen'e teşekkür etmeden geçemem. Bana İsviçre ve Rus saatlerini yeniden ve daha yakından tanıma fırsatı tanıdı. Ömer Aydın Bey'e de, hem  http://www.ustasaati.com/ isimli güzel bir site hazırladığı için hem de tanıdığım en bilgili, en efendi, en hoşsohbet ve kitap meraklısı saat satıcılarından biri olduğu için çok teşekkür ederim. Kosova Saat'ten Ali Aydın Ustaya da teşekkür ederim, akıllı ve bilgili torunlarına da. Hem sohbetleri hem pratik zekalarıyla bana çok yardımcı oldular. Refik Akyüz ve Serdar Darendeliler, muhteşem fotoğraf kütüphanelerini benim 'Fotoğrafta insan, eşya ve zaman' araştırmam için açtılar, sofralarında bana da yer verdiler, filte kahveleriyle içimi ısıttılar, onlara da kalpten müteşekkirim.

Bu blogu okuyanlara da çok teşekkür ederim. Benim güzel okurlarımdan kimi sadece okumakla yetindi, kimileri de  bilgilerini, görgülerini ve fikirlerini paylaştı. Onlarla bazen hemfikir olduk, bazen farklı şeyler düşündük. Ama hep saatleri sevdik. Bu açıdan kendimi hiç yalnız hissetmedim. Hiç beklemediğim kadar e-posta geldi bu yıl. Elimden geldiğince hepsine cevap vermeye çalıştım. Cevap veremediklerim olduysa kusuruma bakılmasın lütfen.

Benim için de, yeryüzündeki bütün insanlar için de tezatlarla dolu bir yıl oldu sanıyorum. Hiç bu kadar çok yazmak isteyip de, böylesine az yazdığım bir yıl hatırlamıyorum. Hiç tahmin etmediğim kadar çok kitap okudum. (Kitaplığım hiç bu kadar genişlememişti.) Çok güzel, çok akıllı insanlarla tanıştım. Birbirinden muhteşem saatler ve mekanizmalar gördüm. Eski ve büyük saatleri hayranlıkla izledim. Yüzyıllık saatlere dokunma, onların sesini duyabilme onuruna da eriştim.


Fakat en güzeli insanın kendi kolundaki, kendi masasındaki saat galiba.

Ne demek istediğimi, büyük fotoğraf ustası Ralph Gibson, bir fotoğrafla anlatmış.

Zaman ellerimizde.

Bir saate baktığımızda gördüğümüz şey, belki de bir saatin bize baktığıdır.

İyi seneler.

Settimana



Çocuklar için, gençler için harika bir saat.

Ya da sanatçı ruhunu hiç kaybetmeyenler için.

Hep şaşıranlar ve merak edenler için.

Çizgi roman okuyanlar için.

Güzelliğe eğilen eller için.

Bob Dylan, Balonla Beş Hafta ve Jules Verne



Jules Verne'in ilk eseri "Balonla Beş hafta" isimli ünlü romanından esinlenerek üretilen bir saat var. Romanla aynı ismi taşıyan saat mekanik saatçiliğin sınırlarının olmadığını gösteren güzel bir örnek. Fransızca ilk baskısı 1863 yılında çıkan  'Balonla Beş Hafta' zamanında nasıl insanların hayal gücünü etkilediyse, otomatik mekanizmaya sahip 'Balonla Beş Hafta saati' yine aynı şekilde hem edebiyat hem de saat düşkünlerini heyecanlandıran hoş bir eser.

'Balonla Beş Hafta saati' insanın maceracı, çocuksu ve meraklı yönüne sesleniyor. Balonla Beş hafta saati, kadranındaki naif çizgilere sahip balon, bulutlar, dağ ve gökyüzü tasarımıyla özgün bir sanat eseri. Saati göstermek için kuş figürü, dakikaları göstermek için ise bir çapa figürü ibre olarak kullanılmış.

Van Cleef & Arpels saat ve parfüm üretse de asıl işi  mücevher üretmek olan bir şirket. Ancak yaptıkları her işi iyi yaptıklarından yukarıdaki saat gibi yaratıcılık yönü zengin pek çok saat üretmişler. Van Cleef & Arpels üst düzey bir mücevher üreticisi olduğu için haliyle ürettikleri her tasarımda değerli malzemeler kullanıyorlar ve alanında en iyi mücevher/saat ustalarıyla çalıştıklarından müşterilerine son derece pahalı sanat/zanaat eserleri sunuyorlar.

Ancak beni heyecanlandıran kısmı işin lüks yönü değil, üretilen saatlerde ilham alınan kaynaklar ve bunu kullanım biçimleri. Mekanik saat üretiminde sınırsız ilham kaynakları mevcut. Van Cleef & Arpels saatleri yaratıcılığın ve insan zekasının nerelere ulaşabileceğini araştırdığı için takdir ediliyor.

Bence insanın en önemli yaratıcılığı edebiyattır. Bir kitap okuyup yazarın bize anlattığı dünyalara doğru yolculuk yapmak çok parayla satın alınamayacak bir şey. Bu nedenle, romanlardan şiirlerden beslenen her yapıt gözümde malzeme ve işçilikten çok sahip olduğu ve ilham aldığı yönleriyle önemli ve değerli. Saat üreticileri polisiye yapıtları da, bilimkurgu kitaplarını da listelerine eklemeli. 




İnsanların ilgi alanları çok. Saat üreticileri de geleneksel üretimlerin yanında insanların ilgi alanlarına yönelik örnekleri giderek çoğalan 'meraklısına özel' saatler üretiyorlar. Elbette bu saatler sınırlı sayıda üretildiği için yükte hafif pahada ağır oluyor.

Örneğin müzikle ilgilenenler Oris saatlerini çok sever. Çünkü Oris müzikseverler için çok güzel saatler üretiyor. Oris ve müzik demişken yaşayan bir efsane olan Bob Dylan'ı da analım:

Geniş zamanların sanat eseri

MB&F
Legacy Machine No.1

Günümüzde çağdaş teknolojilerin yeniliklerini takip eden, mimarlık ve heykel sanatı gibi farklı alanlardan beslenen, eserlerini klasik ve ölmeyen değerlerin üzerine inşa eden saat mimarları ve fizikçileri var. 

Kimileri için belki şaşkınlık verici. Ama mekanik saat dünyasındaki yenilikler hiç bitmiyor. Mekanik teknikler için artık 'tamam oldu, kemâle erdi, bundan öteye gidilemez' derken yeni patentler alınıyor, yeni icatlar yapılıyor. Mekanik saatçilik bir yönüyle geleneksel zanaatkârların birikime dayanan, bir başka yönüyle bilimsel gelişmelerin ışığında yürünen aydınlık bir yolda.

Saat dünyasındaki bilimsel, estetik ve teknolojik gelişmelerin, bizim gibi saatseverlere ne faydası olabilir diye düşünelim. Aklıma büyük ressam Pablo Picasso geliyor. Pablo Picasso, devrimci bir ressam olarak sanat dünyasını ve sanatseverleri nasıl değiştirdiyse, teknik buluşları ve estetik değerleri birleştiren her yeni deneysel saat, saatseverleri de aynı şekilde daha görgülü, daha açık fikirli yaparak değiştirecek.

Bugünkü yaratıcılık düzeyine son 200 yıldır rastlanılmadı desek yanlış söylemiş sayılmayız. Üst düzey saatlerdeki çeşitlilik ve mekanizmaların sanatsal değerlerinin artması sonucu bugün 1970'lerde yaşanan krizin çok uzağında yeni bir saat kültürü oluştu. 

Bazı saatler şimdiki zamanı göstermiyor, onlar geniş zamanların sanat eseri.

Şule Gürbüz saati


H. Moser & Cie Monard


Çağımızda çok kitap basılıyor, hızla çoğalan bu yığına bir de internet üzerinden eklenen okunacaklar eklenince ortaya çıkan son derece abartılı manzara, sanki okunacak o kadar çok şey varmış, yüzlerce yıl yaşasak okumakla bitmeyecek kitap çıkmış gibi bir yanılsama oluşuyor. Bence hakikat böyle göründüğü gibi değil. Her zaman olduğu gibi okunacak çok şey var, doğru, fakat okunması gereken iyi ve üstün nitelikli kitap sayısı aslında yine her zaman olduğu gibi (kadim zamanlardan beri değişmeyen bir ölçü var zannediyorum) son derece az. Bu açıdan saat dünyası ile edebiyat dünyası benzeşiyor. Gündemdeki yığının görünen yüzüne baktığınızda bilindik, kimi çevrelerin yapay olarak parlattığı isimler görülüyor. Saatler için de böyle, sıradan bir saat dükkanına girin gerçek bir saat üreticisinin ürettiği saati bulmanız zor olur. Çok satılan, harcıalem saatler var. İyi saate ulaşmak iyi kitaba ulaşmak gibidir, zordur.

Kimi iyi kitapları da saatlere benzetiyorum. Saat tamircisi, şair ve yazar Şule Gürbüz'ün bu ay yayımlanan öykü kitabı "Zamanın Farkında" ise gözümde kurmalı bir saat gibi kendine mahsus ve müstesna bir yerde duruyor.


Kurmalı saatler otomatik saatlere benzemiyor, otomatik saatler geçtiğimiz yüzyılın başlarında icat edilmiş ve insanın zamanı daha 'kolay' elde etme/uğraşmadan öğrenme hırsının bir ürünü, gün içinde ellerin kolların hareket etmesi neticesinde genellikle yarım daire benzeri metal bir parçanın (rotor) zembereği kurması ilkesine dayanıyor. Elbette otomatik saatlerin mekanizması üst düzey bir zeka göstergesi fakat kurmalı saatlerin insanın aklını her daim tetikte tutması ve unutkanlığa yer bırakmayan yapısı nedeniyle küçük bir azınlığın gözünde halen en sevilen saat türü.

Okumak için dikkat ve özen isteyen, bunun karşılığında okuyanın da zihnini fersah fersah açan kitaplardan biri olan 'Zamanın Farkında' zaman ve insan üzerine düşünmüş olan/düşünen herkes için önemli bir eser. Özellikle senelerdir saatlerle ilgilenen, ömrünü saatlere adamış bir insanın elinden çıkmış olması bu kitabı saatseverlerin gözünde bence kurmalı bir saatin saygınlığına taşıyor.

Şule Gürbüz'ün ustası Recep Gürgen'e ithaf ettiği "Zamanın Farkında" çabucak bitirmemek için her gün azar okuduğum nadir kitaplardan biri oldu. Kitapta 5 öykü var. İlk öykü, "Müzik Hocası" isimli uzun bir öykü ve küçümen bir roman hüviyetinde (novella).  Diğer öyküler sırasıyla, 'Cansın', 'Mezarlıktan Geçiş', 'Mutfak' ve kitaba adını veren 'Zamanın Farkında'.

'Zamanın Farkında' çocuklar için değil, yetişkin insanlar için yazılmış bir kitap. Kadranın altında nasıl bir mekanizma olduğunu merak edenler için, kimi insanların karanlık yüzünü, kimi insanların kırık kalplerini görmek, okumak isteyenler için, zihnini açmak isteyenler için, kendimizin farkında olmak için, zamanın farkında olmak için okunacak bir kitap.

Elbette kitabın kapağı böyle değil, kitap yıpranmasın diye bir a3 kağıdıyla kaplayıp üzerine bir dergiden kestiğim Bizans dönemi sanatına ait bir ikonanın resmini (Cebrail olabilir) yapıştırıp kendi alternatif kapağımı yaptım.

Hasretin Saati

fotoğraf/photo (c) bizans
Buluşmak, zamanı ince ince örmeye başlayan görünmeyen ipliklerin çözüldüğü andır. İnsanın saati, hasretin saati bu kutlu, bu heyecanlı anı bekler. Hasretin saati çok sabırlıdır, fakat aynı zamanda çelişkilerle doludur.  Diğer saatlere benzemeyen hasretin saati hem dağılmak için bekler, hem bütün olmak için, hem çoğunlukla hiç gerçekleşemeyecek yeni kararlar almak için bekler, hem de yeniden doğmak için. 

Bir zamanlar varlıklarıyla bir âlemin aynası olan muvakkitlerin, farkında olmadan güneşe ve onun ışığına bağlı binlerce senelik tarihe sahip kadim bir tarikatın mensupları olmaları gibi, kederle bekleyen insan ve onun saati, güneşini ve bulutunu hep kalbinde taşıyan insandır.

Zaman makineleri hiç acele etmez, suyu akışına bırakıp bekler, zaten acele edildiği vakit tadı bozulur güzelliğin, olgunlaşmamış bir kavuşmanın da kimseye bir faydası yoktur, hep boşlukta asılı kalır cümleler. 

Lakin hasretin saati uzun süre dayanmaya ayarlı ve kimyasal maddelerin istilasına maruz kalmış bir saat değildir, doğal olduğu için bozulmaya yüz tutan bir yanı da vardır, hiç uysal değildir, huzursuz, kuruntulu ve alıngandır. 
Hasretin saati hep biriktirir, harfleri daha daha yakınlaştırır, kağıda daha fazla mürekkep döker, içlidir, asabidir, gölgelidir.

Şımarık renklere sahip olan, gölge tutmayan, giderek daha hızlanan bir dünyadan uzak durmayı yeğler hasretin saati, biraz serin havaları, loş mekanları, bulutlu günleri sever, fırtınalı ve yağmurlu günleri sever. Hasretin saatinin bir ruhu vardır ve eski aşk romanlarındaki ıstırap dolu satırları okudukça teselli bulur.

Hasretin saati zamanı sadece kendisine değil, sana ve bana da bölmesini bilir, bencil değildir, elindekileri isteyenlerle bölüşür, bu yüzden saftır, aldatılması, aldanması çok kolaydır.

Vakit geçer, akrep ve yelkovan gelip gider, geriye seninle ben kalırız, hep bir şeyleri tamir eden güzel ellere sahip şairlerinin göçüp gittiği diyarlarda, yanımızda kitaplar, eski günlerin kokusu kalır.

Christian Marclay, Ali Kazma, Recep Gürgen ve Mustafa Şem'i Pek




"The Clock" isimli video çalışmasıyla Venedik Bienali'nde yılın sanatçısı seçilen Christian Marclay ve ona yardımcı olan ekibi binlerce filmi izleyip, içinde saatlerin, saatlere bakanların ve saatin kaç olduğunu söyleyenlerin bulunduğu sahneleri toplamış, bunları da bir gün esasına göre dizmiş.  "The Clock" isimli video tam 24 saatlik bir süreye sahip.

Tamamı internet üzerinde mevcut değil fakat bienal sırasında çekilmiş görüntüler mevcut. Muazzam bir iş olduğu belli, her ne kadar sinemaya karşı, video çalışmalarına karşı bir sevgim yoksa da saygı duyulacak, takdir edilecek bir çalışma olduğunu anlıyorum.

Ben de romanlarda, hikayelerde ve şiirlerde bulunan saatlerle ilgili cümleleri, paragrafları toplamaya heves etmiştim, halen toplamaya çalışıyorum, fakat bu ciddi bir çalışma değil, bitecek gibi de değil zaten.

Bu tür derleme toplama çalışmaları nihayetinde özgün çalışmalar değil, asıl güzel olan ve saygıyı içten hak eden çalışmalar Ali Kazma gibi sanatçıların yaptığı çalışmalardır bence. Kendisinin Recep Gürgen ustayı gözlemleyip, bir masa saatini tamir aşamalarını başından sonuna görüntülediği video çalışması "Saat Ustası / Clock Master" (2006) unutulmazdı mesela. Hem bir çağdaş sanat çalışması hem de bir belgesel olmasıyla önemli bir çalışmaydı.

Özgün çalışmalara daha çok değer vermek ve desteklemek gerek, Recep Gürgen gibi bir ustayı bir daha bulamazsınız çünkü.

Bu noktada Türkiye'de saatçilik sektörünün eleştirileceği çok nokta var. Yeterince güçlü bir meslek birliği olmadığından, ülkemizdeki saat kültürü de kayda geçirilemiyor, gelişemiyor ve sağlam bir arşiv oluşturulamıyor.

Oysa Mustafa Şem'i Pek'in zamanında bir belgeseli çekilseydi, bu müthiş saat ustasını daha iyi tanıyabilirdik. 

Bugün şaşkınlık verici olarak görülebilir, ancak Mustafa Şem'i ustamız, bundan 50 sene kadar önce saat ithal etmeyip kendi özgün saatlerini üretiyordu. Bugün kendi başına saat üreten böyle büyük bir ustamız yok. 
Geriye sadece kahraman ve mütevazı saat tamircilerimiz kaldı. 

Tahammül Saati


Mekanik bir saatin içinde gözle görülemeyen bir şey vardır ki, anlaşıldığı vakit veya bir şekilde çözüldüğü vakit yeryüzünde ölümlü olmanın sıkıntısını yaşayan biz faniler için yeni kapılar açılmış olacaktır.

Saatin içindeki gözle görülemeyen bu tuhaf şeye "tahammül" adı verilmiş olup, saatlere ne zaman bakılsa hemen dile gelmez de sezdirir sanki, her mekanik saat dayanıklı ve sabırlı olmayı öğütler gibidir.

Çarklar kendilerine ait bir ritimle döner, ibreler hızlı yahut yavaş, hepsi kendi tabiatına göre hareket eder, saatin parçacıkları tarihin sayfalarındaki insanlar gibi davranır, yapılması gereken işlerini yapar, bazen kendi doğasının saatine göre, bazen yeterince ihtimam gösterildiğinde çevredeki saatlerle uygun adımdahi yürüyebilir.

Fakat saatlerin zamanı saniyesi saniyesine doğru göstermesi hiç gerekmez, çalışan her saat zaten kendi zamanını gösteriyordur, sadece çalışmayan, yürümeyen saatler başka zamanları gösterir, onlar da kendi başlarına arızalarıyla güzeldirler.

Demek istediğim mükemmel bir insan olmadığı gibi mükemmel bir zaman aracı da yoktur. Her fırsat bulduğumda söylüyorum, hem zamanın bizzat kendisi kusursuz değil, hem de zamana dair hemen her şey. Öyleyse zamanın içinde yaşıyoruz, biz de akıp gidiyoruz ve tahammül ediyoruz.

Tahammül, ince ince desenleri olan ve unutkanlıkla bezenmiş olan hayatımızın dayanak noktalarından biri, belki de birincisidir. Tahammül olmasaydı dünya yaşanacak yer olmazdı. Kimse oturup şiir, öykü, roman yazmaz, kimse aşık olmazdı.

Kolunda, cebinde, masasında veya duvarında bir saati olsun olmasın, herkesin bir tahammül saati vardır. Kimi kırılgan, huysuz, kimi yekpare, kırılmaz, kimi tahammül saati kaba, duygusuz, kimi sevdiğini bile söyleyemez, kimi hep suskun, kimi aşağıdaki başka dünyaları örter gibi durmaksızın konuşan cinsten.

Tahammül saati kiminin serin aklında, kiminin sıcak kalbinde kendine bir köşe bulmuştur.

Lakin hemen her şey çarklar gibi aşınır bir gün, tahammül saati de yorulur, öyle bir vakit gelir ki işini bırakıp sessizce ömür perdesini kapatır.

Yine de en güzel derslerden biridir tahammül, hep sınıfta kalsak bile, dersin kendisi ne güzeldir.

Usta eller, acemi ellere karşı

Bir saate baktığımda aklıma ustaların elleri gelir. Sonra o saate dokunan, kuran eller.
Biçare dünyanın en yakın köşesinden en uzak noktalarına kadar kötü haberlerin gelmediği bir gün yok.
Eller dünyayı yıkmasın, kötülük yapmasın, başka insanlara zarar vermesin, hep güzel işler yapsın isterim.
Mb
————-
Mantel clock; eight-day spring-driven movement. Torsion pendulum (mercurial) with a helical spring. Silvered-metal chapter-ring open in the centre to show the escapement, similar to those in mystery clocks Gilt-metal case with moulded borders; bevelled glass panels to front, back and sides.
via http://www.britishmuseum.org 

Mekanik bir saate baktığımda aklıma önce ustaların elleri geliyor.

Tasarlayan, planlar yapan, yazan çizen elleri de unutmayalım. (Bir zamanlar tasarlayan ve yapan aynı ellerden mürekkepti. Sonra işler değişti. Bir kişi yetişemez oldu, dünya hızlandıkça hızlandı, sabır öylesine azaldı ki, artık sabrın sözünü eden kalmadı.)

Sonra o saate dokunan, kuran elleri düşünürüm.

Bir saati yapan eller ile iş bitmez, insan ürünü olan ve insana ait her şey gibi hem doğanın yasaları gereği, hem de insanın tabiatından kaynaklanan sıkıntılar saatlere de yansır. O zaman tamir eden eller gelir.

('Ellerin dert görmesin' denir ya, bir saati tamirden alınca öyle söylemek gerekir.)

Saate uzanan ellerin, huzura da uzandığına inananlardanım. Elbette bu düşüncenin zamanla bir ilgisi yok. Bir saatin çalışması güzeldir, fakat saatler eliyle zamanın bir tahakküm aracı olarak kullanılması kötüdür. "Bir dakika geç gelirsen ayakta durma cezası alırsın" gibi söylemlerden bahsediyorum, geçenlerde zaman mevhumu olmayan bir kabileye ilişkin haber okurken zamanın insana neler ettiğini düşünmemek elde değildi. Zaman ve seneler içinde biriken kültür belki de bizi sınırlıyor, doğadan uzaklaştırıyor. Eskiden alaturka saat ayarına göre yaşayan, güneşin gökyüzündeki konumuna göre hayatını düzenleyen bir ülkede bugün alafranga ayara göre yaşıyoruz ve acı sonuç: Günümüz gecemiz belli değil. Doğulu beslenme tarzına sahip ama batılı çalışma düzeniyle uğraşan aklımız, kalbimitz her daim karışık, buruşuk.

Ülkemizi bırakıp dünyamıza bakalım: Biçare dünyanın en yakın köşesinden en uzak noktalarına kadar kötü haberlerin gelmediği bir gün yok.

Eller dünyayı yıkmasın, kötülük yapmasın, başka insanlara zarar vermesin, hep güzel işler yapsın isterim.


————
Fotoğraf/Photo (Kaynak/Source): Mantel clock; eight-day spring-driven movement. Torsion pendulum (mercurial) with a helical spring. Silvered-metal chapter-ring open in the centre to show the escapement, similar to those in mystery clocks Gilt-metal case with moulded borders; bevelled glass panels to front, back and sides.

via http://www.britishmuseum.org

TAG HEUER - Monaco Twenty Four Calibre 36 Chronograph

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiLSiM_NoLb6edh9mGKoUc7NkpuUXn4vLE1MkpXod3vAdDLdIa2ShC6RAjOIbvpZTmQwAnSjEoLOJ7FyH1sbZ8ziP9-9WCkWf2RR_k1jVMHN2rHPXccrGEJghsJSj1Gd8kg07NO-3rgOlQ9/s1600/TAG-HEUER---Monaco-Twenty-Four-Calibre-36-Chronograph-BACK.jpg
via http://watch-happening.blogspot.com



TAG HEUER saatlerinde tasarımdan kaynaklanan bir iticilik var bence. Fakat Silverstone ve Monaco modellerini hariç tutarım. Nasıl ki Rolex saatleri arasında Milgauss bütün o rüküş ve itici olan Rolex'lerden ayrılıyorsa, Monaco da Tag Heuer saatleri arasında özel bir yere sahiptir. Derler ki gerçek Rolex tutkunları Milgauss modelinden hiç hazzetmez, hatta nefret ederlermiş, aynı şeyi Tag Heuer hayranları arasında söylemek mümkündür belki, Monaco'yu sevenler diğer modellere bakmaz, diğer modelleri sevenler ise Monaco sevmez. Bunun estetik beğeni ile ilgisi var zannederim. Gördüğüm kadarıyla sanata ve bilime düşkün olanlar Monaco modeline özellikle hasta oluyorlar.

Bir örnek vereyim hemen, eskiden Milliyet gazetesinde Dış haberler müdürü olan, şimdilerde ise köşe yazarlığı yapan Kadri Gürsel mesela Monaco saatini sever ve kullanır. Karizmatik ve kendine güvenen bir insandır. İşte saatin temsil ettiği değerler de bunlar bence.

Efsane bir saat tasarımıdır Monaco. Üstelik ilk Monaco'dan bu yana her türlü gelişime ve yeniliğe açık yapısıyla hiç ölmeyecek bir saattir.

İsviçre'de bir İngiliz: Peter Speake-Marin







Speake-Marin via http://www.independentintime.com/

Ellerinde devasa imkanlara sahip olan büyük şirketlerin yanında nispeten küçük işletmeler de var. Bunlar bağımsız saatçiler olarak da örgütlendiler ve çok güzel işler çıkarıyorlar.

Bağımsız saatçilerin içlerinde en sağlam olanlardan biri de Peter Speake-Marin, henüz 43 yaşında ve büyük ustaların mertebesine ulaşan özgün bir saat ustasıdır.

Daha önce BAĞIMSIZ VE ÖZGÜN: PETER SPEAKE-MARIN başlıklı bir yazıda yaptığı işlerden örnekler vermiş ve İsviçre'ye yerleşip kök salan bu İngiliz saat ustası hakkında ufak tefek bilgiler vermiştim.


Sürekli yeni fikirlerle dolup taşan, yaratıcı bir zekaya sahip olan Peter Usta ve yanında çalışan diğer ustalar hep birlikte mekanik saatçiliğin, yani mütevazı zanaatçiliğin, fizik ve mühendisliğin güzel örneklerini sunuyorlar.


Bu saatlerden birine sahip olmak arzusu taşımıyorum, ben eski saatlerden yanayım, fakat bağımsız saat ustalarınnı zeka ve yaratıcılıklarına hayranım. Artık bitti denilen, öldü denilen bir endüstriyi yeniden canlandıran böyle zekâların yaratıcılık örnekleridir.



Yüzümdeki saat

http://www.britishmuseum.org/collectionimages/AN00186/AN00186844_001_l.jpg
http://www.britishmuseum.org/


Çok düzgün, çok güzel ve pırıl pırıl saatler var şu dünyada. Saatlerin sağına soluna baktıkça küçük şeyler keşfetmek, güzelliğin içinde yeni güzellikler bulmak mümkündür.

Ancak "Bir saatin en önemli güzelliği nedir?" derseniz, hiç şaşırmayın, 'yaşanmışlıktır' derim. Fabrikadan yeni çıkmış bir saat hamdır, olgunlaşmamıştır, güngörmemiştir, yaşamamıştır daha. Bütün mekanik saatler için bu böyledir. Mekanik saatler işledikçe kendilerine gelirler, çarklar çalıştıkça birbirlerine daha iyi tutunurlar, fabrikadan çıkar çıkmaz değil aradan biraz vakit geçince daha hassas olurlar.

Bir saati güzelleştiren zamandır.

Bir saati olgunlaştıran, ona dünyada cenneti ve cehennemi yaşatan da insandır. İnsanın ve zamanın izleri saatin üzerine kazınır. Saatlerin üzerindeki çizikler, yaşlandıkça gözlerin çevresine yerleşen o kırışıklıklar gibidir, olgunluğa, yetişkinliğe delalettir.

Ben bir saatin en üstün, en güçlü yönlerine değil de, en zayıf, en kırık dökük yanlarına bakarım. Belki bana benziyor diye düşündüğümden, belki saatin aksayan tarafında kendimi görüyorum diye, bilmiyorum.

Bir saati güzelleştiren insandır.

Saat Dünyası 7 yaşında!


Saat Dünyası dergisi 7. yaşına gelmiş. Derginin kapağını yeni yaşlarına yakışan bir de saat ile şenlendirmişler. Nice yıllara diyorum.

6 SAATİN HİKAYESİ

Milliyet, 27 Şubat 1965

Neden bazı şeyler yerinde durmaz? Hafızalara kazınan sadece zamanlar değil, somut nesneler de hatıralara gömülüp orada ebedi bir uykuya dalıp unutuluyor.

Yukarıda anlatılan saatlerin sadece bir kısmının günümüze gelmesinin bir anlamı var mı? Durmaksızın değişiklik ve değişim peşindeyiz. Göçebeliktan bunca yıl kurtulamadık sanıyorum. Bir türlü yerleşik hayata geçemedik. Böyle yaparak yıllar içinde kendimiz de buharlaşmıyor muyuz?

Zıt kutuplarda iki şehir var aslında. Çelik Gülersoy'un hayâl ettiği İstanbul ile eskiden belediye başkanlığı yapmış hoyrat ruhlu bir zatın İstanbul'u aynı şehir midir? Biri daha sakin, yapısal geleneklere bağlı, ayağını yere sağlam basmaya alışmış, incelikli bir huzuru yaşamak isteyen, gölgeli vakitlere bölünmüş bir İstanbul. Diğeri ise yıkmayı ve yeniden yapmayı şiar edinen, daha karmaşık, daha kaba ve daha gürültülü bir İstanbul.

İkinci İstanbul, eski İstanbul'u boğdu ve gömdü bile. Ama bazen eski İstanbul'dan parçalara kimi yerlerde rastlıyabiliriz. O zaman geçmişte yaşamış büyük ustalara, geniş ve yekpare bir zamanı arzulamış düşünürlere bir selam gönderelim.


Eskiden büyük saatler küçümen saatlere her zaman yol gösterir, göz kırpar, ağabeylik, ablalık yaparmış.

Şimdi saatlerimizi ayarlamak için bilgisayarlarımızın köşesindeki sayılara tutsak edildik.

Saatlerin arka bahçesi

http://www.extravaganzi.com/wp-content/uploads/2010/03/JV_MOV_MARON_ld.jpg

Bazı saatlerin sakladığı sırlar vardır.

Arka bahçelerde herkesin görmediği güzellikler olabilir. 

Bu nedenle saatseverler, arkadaşlarının bileğinde daha önce görmediği bir saat olunca çıkarttırıp arkasına bir bakmak ister. Saatlerin iç güzelliği başkadır. Kimi yukarıdaki saat gibi bazı yönlerden rüküş özelliklere sahip de olsa, gönül alıcı ayrıntılardaki incelikleri farkedip şapka çıkartmak ve saygı duruşuna geçmeyi gerektiren ayrıntılara sahiptir.

Bu güzel ayrıntılar yukarıdaki gibi çok pahalı bir saatte de olabilir elbette, fakat çok da peşin hükümlü olmamak gereklidir, çünkü güzelikler mütevazı bir saatte de olabilir. Yeter ki gönül gözünüz görmesini, bir aralık bulup oradan sızmasını bilsin.

Bitter saat!

Hep çikolota renkli bir saatim olsun istemişimdir. Belki hiç benim olmayacak böyle bir saatim, yine de uzaktan sevmeye engel değil bu durum. Hayal kurmanın önünde bir engel yok, öyleyse bitter çikolatalı olsun, olacaksa.
Tag Heuer Silverstone
via http://www.watchreviewed.com

Hep çikolota renkli bir saatim olsun istemişimdir. Belki hiç benim olmayacak böyle bir saatim, yine de uzaktan sevmeye engel değil bu durum.

Hayal kurmanın önünde bir duvar yok, öyleyse bitter çikolatalı olsun, olacaksa!

Tag Heuer Silverstone

via http://www.watchreviewed.com

Kamyonlar kavun taşır, saatler 10'u 10 geçer



Uzun zamandır dergilerde, gazetelerde yayımlanan reklamlarda, haberlerde, makalelerde istisnaları olsa da genellikle saatler hep 10'u 10 geçe konumundadır, bu duruma hepimiz aşinayız sanıyorum.

Bu durumun nedenlerini tahmin etmek hiç zor değil, birincisi saatin üreticisine dikkati çekmek (çünkü üretici logoları çoğunlukla 12'nin hemen altında olur, akrep ile yelkovan markayı kucaklar gibi görünür, güven duygusu uyandırır), ikincisi hafif bozuk da olsa bir gülümsemeyi andırır böylece olumlu bir görüntü oluşturur, üçüncüsü eğer saat üzerinde alt kadranlar varsa bunlar doğal olarak 3, 6 ve 9 yönlerinde bulunduklarından görüntü karmaşıklığına neden olmaz, alt kadranlar rahatlıkla görünür olduğundan böyle bir tercih var.

Ama benim  anlatmak istediğim biraz başka:


Son zamanlarda 10'u 10 geçe saatimi seyretmeyi alışkanlık haline getirdim.

Artık saatin 10'u 10 geçmesini bekleyip o vakit  saatime bakıyorum, 10'u 10 geçe oluşan görüntü çok hoşuma gidiyor, reklamlardaki saatler umurumda değil, beni ilgilendiren kolumdaki saatin güzelliği.

Saat 10'u 10 geçe akrep ve yelkovan kollarını açmış benim bakışlarımı bekliyor gibi geliyor, ben de saatimin bu haline kayıtsız kalamıyorum.

Fotoğraf: Omega, 1942.

Balıklı saat



Saatlerin arkalarındaki figürler bazen çok ilginç olabiliyor.

Balığın yüzündeki ifadeye takıldım.

Kaynak: CITIZEN-Mechanical-Hand-wind, http://seikoholics.yuku.com

CHOPARD BALIKLARI

Chopard balıkları biraz pahalı. :)

Fakat kasanın ve kadranın güzelliği tartışılmaz.

Kaynak: Chopard Happy Fish Watch

VACHERON CONSTANTIN BALIKLARI


Vacheron Constantin balıkları bunlar. Ki bunlar balık değil, sanat eseri oldukları aşikâr.

Bir tabloya bakar gibi uzun bakılmalı bu saate.


Kaynak: http://www.vacheron-constantin.com/en2/metiers-d-art-les-univers-infinis


Enhanced by Zemanta

Mekanik saatler ve YGS

Günler öncesinden bir karmaşanın yaşanacağı belliydi, en azından hayatını bilgisayarlar ve diğer elektronik devrelere sahip makineler aracılığı ile düzenleyenler arasında bir zihin karışıklığı yaşanacağı biliniyordu.

YGS sınavının yapılacağı gün saatlerin 1 saat ileri alınacağı küresel zaman ayarlıydı, farklı küresel zamana 1 gün de olsa direnmeye çalışınca, bugün elektronik devreler istenen zamanın dışında başka bir zamanı göstermeye başladı.

Fakat bu karmaşa içinde zalim Küresel Şimdiki Zaman sadece mekanik saatlere söz geçiremedi.

Onlar kendi bildiklerince çarklarını kendi zamanlarına göre çevirip durdular. Mekanik saatlerin bağlı olduğu insanlar saatlerini ilerleyen vakitlerde ayarlayana dek onlar şaşırmayan bir üslupla eski usül yollarına devam edecekler.


Blue rotor.
via tempusfugitwatch.com



Nasıl ki bütün insanları bir noktadan kontrol etmek mümkün değilse, mekanik saatlerin hepsini merkezi olarak kontrol etmek de aynı şekilde mümkün değil.

Mekanik saatler özerk mühendislik harikaları olarak kendi başlarına çalışıyor bağlı oldukları insanla birlikte hareket ediyor.

Bu durumda bir çeşit isyan da var aslında, siz saatinizi isterseniz alaturka bir zaman ayarına göre de kullanabilirsiniz, akşam güneş battığında saati 12'ye getirir, güneşe göre gününüzü düzenleyebilirsiniz. Ama işyerinizdeki bilgisayarın saatini değiştirirseniz diğer bilgisayarlar ile farklı bir zamanı göstereceğinden sorunlar yaşayabilir, bilgisayarınızın ekranı kararabilir ve bir daha açılmayabilir!

YGS sınavından nerelere geldik. :)

Yarın her şey yoluna girecek,  bir büyüğümüzün dediği gibi "vaziyete hakimiz".

Saat Dünyası 36: Eterna, Montblanc, Alan Hosman...


Dünyanın hangi ülkesinde olursanız olun saat dünyasının İsviçre’ye hem kalbinden hem göbeğinden bağımlı olduğunu göreceksiniz. Saat Dünyası dergisinin 36. Sayısı da bu durumun bir göstergesi. Ayrıca Baselworld 2011 için 36. Sayı ile birlikte aynı sayının İngilizce baskısı da hazırlanmış.

Dergi güzel ama kapağındaki saat çirkin bence, keşke 34-38. sayfalar arasında bulunan Eterna’lardan biri kapak olsaydı. Eterna demişken 155 senelik bir şirket ile ilgili yazı güzel, efsane rotor düzeneği eterna-matic'ten de söz edilmiş. Eda Altay Deniz'in yazısının girişinden ülkemizde Eterna saatlerini artık Aydın Saat'in temsil edeceğini öğreniyoruz. Aydın Saat, Seiko saatlerinin istenen modellerini ülkemize getirmemesiyle ile ilgili olarak çok eleştirilmişti, Eterna saatleri orta-üst sınıf bir marka olduğundan eleştirileceğini zannetmiyorum.

 
Dergide Montblanc saatleri ile ilgili yazı da önemli. Daha başka yazılar da var: Baume&Mercier, Cenevre Saat Fuarı, Edox, İsviçre saat ihracatına ilişkin ekonomik veriler, Tag Heuer ve Alain Prost, Zenith, Omega, Quantum ve Creo... Bu arada dergide Romain Jerome Moon Invader serisi saatleriyle ilgili yazıyı görünce ilgiyle okudum, fakat Moon Invader çirkin bir saat ama Romain Jerome çok yaratıcı hakkını vermek gerek, bir de Moon Fighter adı verilen dolmakalemleri var ki şaşırmamak elde değil.

http://www.romainjerome.ch/wp-content/uploads/2011/01/RJ_M.OE_.IN_.001_zoom1.jpg
Bir saat dergisini saat dergisi yapan biraz da teknik yazılardır. Bu nedenle Alan Hosman'ın Kronograf sistemleriyle ilgili yazısının 3. bölümü çok iyi ve dergiyi saklanılacak bir dergi yapıyor.


MekanikSaat blogu okurları için derginin sürprizi ise 114. sayfada bulunuyor. Bu sayfada bulunan yazı saat tamir ustaları hakkında.

Saatin elleri


Saatlerin elleri huzurlu kedi ayakları gibidir. Patiler sakince hiç canınızı yakmadan hayatınıza merakla bakar.  Akrep ile yelkovan, varsa saniye ibresi size veya çevrenize bakar durur, kimi ağır ağır güngörmüş bir şekilde kimi aceleyle kimi de orta karar bir hızla dünyanızı izler.

İnsan saati icat ederek bir devrim yapmıştır, fakat saatin icadı insanın daha iyi olmasına neden olmayıp, belki de iyiliğin haddinden fazlasının kötülük olduğu düsturundan hareketle bu devrimin beklenenin aksine insana çok zarar verdiğini de söyleyebiliriz. Oysa kendi başına saat büyük hesapların peşinde değildir, üreten zihni temsil eder, hayatımızın içinde adeta canlı bir varlık gibi yer edinir.

Saatiniz meraklıdır ama sizin istediğiniz kadar merak eder. İsterseniz onu bir kenara bırakır ve uzaklaştırırsınız yanınızdan. İsterseniz daha çok saatin yanınızda durmasına izin verirsiniz.

Saatler aldırmaz gibi görünür, oysa onlar hayatınızın bir parçasıdır.

Sizler uyurken veya yürürken, saatlerin elleri hayatımızı bir dolmakalem gibi yazar, onlar ömrümüz boyunca görünmeyen daireler çizip dururlar.

Saatin ayakları işte bu dairelerdir, bize sarılmak, bizi avutmak isteyen akrebin, yelkovanın, saniye ibreleri dönerken unut demek isterler, unutmak iyidir, saate her zaman bakman gerekmez, soyut sayıların bir anlamı yoktur zaten.

Saatler şu kısa dünyada avunmak içindir, zamanı öğrenmek için değil.

Kirli dünya, temiz Tissot,


Günlük kullandığımız ve çok sevdiğimiz saatlerimiz var, bir de sürekli kullanmaya kıyamayıp arada sırada kullandıklarımız. Fakat ne yaparsak yapalım önce haddinden fazla sevdiklerimiz bizden zarar görüyor. En çok da saatlerin camları çiziliyor, saatlerin kasaları da ikinci sırada zarar görenler.

Benim dünya güzeli Tissot'm da böyle her gün benimle beraber, ben nereye gidersem bir kolumda daimi yeri olduğu için (diğer kolumdaki saat hep değişir) çok zarar gördü, yüzü gözü çizikler içinde kaldı.

Yine de bu çiziklere bile alışmıştım, fakat geçenlerde Saat Hastanesi'nin bulunduğu yapının önünden geçerken Mehmet Ali Karaçuha'ya bir selam vereyim, bir de saatimi göstereyim dedim. Duvarlarda epeyce guguklu saat olan bu dükkan temiz ve düzgün hizmet veren bir yer.

Saatim de pırıl pırıl oldu öyle ki kordonunu da değiştirince (hayır hâlâ nato kordon bulamadım) gözlerime inanamadım.

Demem o ki yanınızda yörenizde saatlerin temizliğini yapan saatçiler varsa, saatiniz de kirliyse hiç üşenmeyin, gidip saatinizi temizletin.

Çok sevdiğim saatimi temizletmenin bir başka faydası da şu oldu, saatin kolumda şıkır şıkır durduğunu görünce daha bir özen göstermeye başladım. Tekrar çizilmemesi için daha dikkatli olup, önceden önlemlerimi alıyorum: Mesela dolmakalemlerime mürekkep doldururken ne olur olmaz diye kolumdan çıkartıp güvenli bir yere bırakıyorum artık veya evde bir eşyanın yeri mi değişecek, saatimi kolumda göremez kimse, güvenli bir yerde tehlikenin geçmesini beklemeye bırakıyorum. Çizilme kırılma (evlerden ırak!) tehlikesi geçince, kaybettiğim kıymetli bir yadigâra kavuşur gibi memnun mesut yeniden bileğime takıyorum saatimi.

Darısı yüzü gözü tanınmaz bir hâle gelmiş derbeder saatlerin başına...

(Tissot'nun üzerinde durduğu kitap: "Why photography matters as art as never before")

Nato / Zulu kordon arayışı

Dün saatçileri ve gezdim doğru dürüst Nato veya Zulu tarzı bir kordon bulamadım, her yerde deri kordonlar var.

Oysa Nato/Zulu kordonlar bence en pahalı saatten en ucuz saate kadar her saate uygun düşen bir kordon türü ve ucuz olduğu gibi diğer kordonlara nazaran son derece dayanıklı, uzun ömürlü, hemen her rengi olan ve yıkanabilir olmasıyla da diğer kordonlardan ayrılan bir çözüm.

Nasıl bir kordon peki?

Lütfen aşağıdaki videoyu izleyelim ve nasıl bir kordondan söz ediyoruz görelim:

Saat Dünyası 35


Saat Dünyası dergisinin 35. sayısı çıkmış bulunuyor. Kadir kıymet bilmeyen bir ülkede saatlere ilişkin dergilerin yayımlanmasını bir kenara bırakalım 35. sayısı idrak etmiş bir dergi bulmak bile bence makus talihimizi yenme yolunda önemli bir adımdır.

Hemen söyleyeyim derginin kapağındaki saate aldırmayın. Asıl güzelikler derginin içinde saklı. (Bazen öyle saatler üretiliyor ki dehşete kapılıyorum.)

Dergide, daha ilk sayfalarda gözüme çarpan şey Aydın Saat'in Seiko reklamı oldu. Daha doğrusu Grand Seiko reklamı. Yarım asrı deviren bu mükemmel sadelikteki saati görmek şaşırtıcı. Grand-Seiko Japonya dışındaki ülkelerde zor görülen ve zor bulunan, mekanik saatçiliği ileriye götürmüş, standartları yeniden tanımlamış efsane bir saat. Aydın Saat'i zaman zaman eleştirdim ancak bu saatleri getirmesi takdire şayan, tebrik ediyorum.

fotoğraf: watchopenia

10. Cenevre Grand Prix d'Horlogerie yarışması ve ödül alan saatlerin anlatıldığı sayfalardan sonra 361 parçadan mürekkep Zenith tourbillon saatinin anlatıldığı sayfalar geliyor.(Bu arada Seiko da spor saat dalında büyük ödül almış, bu yarışma aslında İsviçreli saat üreticilerinin kendi aralarında ödül kazandıkları bir organizasyon görünümünde fakat Seiko gibi kendini kabul ettirenlerin de olması yarışmanın bir nevi aydınlık yüzü oluyor.)

Dergide Rado, Frederique Constant yöneticisi Peter Stas söyleşisi, IWC Big İngenieur Edition Zinedine Zidane saatinin anlatıldığı bölümleri geçtikten sonra Blancpain Fifty Fathoms efsanesinin tarihini, Grand Seiko'nun Türkiye'de satışa sunulması nedeniyle Robert Wilson ile yapılmış söyleşiyi de okuyabilirsiniz.

Longines Weems saniye düzeltmeli saatin anlatıldığı haber kadar sayfa tasarımı da dikkat çekici. Orient saatlerinin 60. yılı şerefine üretilen saatin ayrıntıları ve Jun Watanabe'nin açıklamaları da dergide mevcut.

Sayfa sayfa anlatmakla bitmiyor dergi, 120 sayfa olduğundan epeyce yazı var. Yalnız derginin sonlarındaki Patek Philippe Müzesi'nde bulunan Osmanlılar için üretilmiş cep saatlerine ilişkin yazı ve arkasından Prag'daki ünlü astronomik saatin anlatıldığı kısımlar ilgiyle okunacak cinsten. Bu arada Prag'daki astronomik saatin köşelerinde bulunan heykellere dikkatle bakıldığında avrupalıların korktuğu şeyleri de göreceksiniz, elinde ayna tutan kibirli insan, elinde altın kesesi tutan bir yahudi, yine elinde kum saati bulunan ve ölüm gerçeğini hatırlatan iskelet nihayet son olarak başında sarık bulunan kişi de Türkleri sembolize ediyor! Yani figürlere bakıldığında çok da romantik bir saat değil aslında günah ve önyargıları birleştiren bir zihniyetin dışavurumu.

Neyzen Fikret Kâmil Bertuğ ile yapılmış söyleşi dergide okuduğum en güzel söyleşilerden biri.

Bu sayı kapağı ile değil ama içeriği ile arşivlik bir dergi, kaçırılmasın derim.

Fikir yeni değil ama aklın saati çok taze


SIHH 2011 ile pek ilgilenmiyorum aslında, yine de merak bu yeni neler var diye bakmakta fayda var, gelen fotoğraflara, yazılara bakınca da bazen mekanik saatlerin eskilerini sevenlere güzel sürprizler çıkıyor, yeni yorumlar, eskiye saygı gösteren, geçmiş bilgilerin geçmediğini görüp zamanın hakkını teslim eden yeni güzellikler görüyorum.

Eski fikirlerin taze bir ruhla yeniden yorumlanması güzel.

Kaynak: Watch Happening, SIHH 2011 - BAUME & MERCIER - CAPELAND CHRONOGRAPHS

Saati sevmeyen saatçiler ne iş yapar?


Onların gözünde saatin manavdaki bir meyveden veya market rafında duran cam bir bardaktan öte bir anlamı yok.

Saati sevmeyen saatçilerden söz ediyorum, mesleklerini sevmeyen, mesleklerinin hakkını vermeyen saatçilerden bahsediyorum.

Onların arasında saatin maddi anlamının yanında manevi bir yanı, kültürel bir değeri olduğunu bilenler de vardır elbette, ancak öylesine azınlıktalar ki, netice hiç değişmiyor.

Hemen her mesleğin kendine göre ayrı bir zorluğu ve meşakkatli yönleri var, fakat (tamircisinden, sadece sattığı saatten komisyon alan satıcıya kadar herkes için saatçi tabirini kullanıyorum) başka bazı mesleklerin yanında saatçilik mesleğinin zorlu yanlarının yanında bir de güzel tarafları var. Bunların ayırdına varan ve erken örgütlenen pek çok meslek üyesi, kendi yaptıkları işin güzel yanlarının farkında olup, mesleki bilgilerini, görgülerini geliştirmek, kültürlerini artırmak, yarınlarını da düşünüp yatırım yaparak varlıklarını korumak, sanata yatırım yaparak gücünü artırmak derdinde olduğu halde, saatçiler kendi mesleklerine olan saygılarının azlığı mı desem, 'günü kurtaran tüccar' zihniyetinin yaygınlığı mı desem bilmiyorum, saatçiler kendi mesleklerinden yana hem umutsuzlar hem bilgisizler, hem de geleceklerini hiç düşünmüyorlar.

İlk paragrafa dönmek isterim, saatçilerde ne mesleklerini korumak, ne de geleceklerine yatırım yapmak hevesini ve heyecanını göremiyorum. Kimi istisnalar hariç satıcıların tek derdi elindeki ürünü satmak! Elbette bundan doğal ne olabilir diye düşünülebilir. Ama böyle düşünmek insanı küçümsemek, hayatı basit değerlere indirgemek demektir.

Arz-talep ilişkileri, ekonomik göstergeler, hesap kitap işleri, kâr-zarar oranları... iyi güzel de insan ruhu salt bunlardan mürekkep değildir ki?

Hem aslında sadece parasını düşünseydi insanlar saatçiler hiç saat satamazdı! Cep telefonları yetiyor da artıyor bile diye düşünürlerdi - ki halen öyle düşünen çok insan var, kolunda saat taşımayı gereksiz bulanlar çok.

Öyleyse saatçilerin birlik olup bu konuda biraz daha düşünmeleri gerektiği ortadadır.

Hayatımız sadece para-pul işlerinden ibaret değil. Çocuğumuza baktığımızda parayı, evimize baktığımızda, kitaplığımızdan okumak için bir kitap aldığımızda aklımızdan geçenler sadece para mıdır? Niçin kitap alıyoruz? Niçin kolumuzda babamızın, dedemizin saatini taşımak ve bununla gurur duymak istiyoruz?

Biraz düşünün saatçi arkadaşlarım (saat satarak geçimini temin eden, kendi yaşam standartlarını yükselten ama aslında saatçilik değil de komisyonculuk yapan işadamları da düşünsün isterim).

Ya satıcılar?

Müşterilerle doğrudan konuşan saat satıcıları siz de düşünün biraz, sizden kendi meşrebine uygun bir saat isteyen hemen herkese istisnasız neden "Kaç liranız var cebinizde?" diye soruyorsunuz? Bu tavrınızla insanları ürküttüğünüzü, saat satmakla değil sadece ceplerindeki parayla ilgilendiğinizi, saati sattıktan sonra müşteri denen kitlenin umurunuzda olmadığı izlenimi verdiğinizi biliyor musunuz?

Saatçi milletine bazı sorularım var:

Elde ettiğiniz gelirin ne kadarını saat sevgisini geliştirmeye ayırıyorsunuz?

Saatçiliğin tarihi ve kültürel gelişimine ilişkin ulusal veya uluslararası bilimsel/ciddi bir sempozyum düzenlediniz mi?

Saatlere ilişkin sözlükler, kitaplar yayımladınız mı?

Araştırma alanları arasında mekanik saatler ve saat kuleleri olan kültür tarihi araştırmacılarına hiç destek oldunuz mu?

İsviçre'den, Almanya'dan getirdiğiniz broşürleri, özgün dildeki katalogları aynen getirdiğiniz gibi insanların önüne koyarak neyi amaçlıyorsunuz?

Saat sevgisini anlatan resimler çizdirdiniz mi?

Her biri fahri elçiniz olan, sizin saatlerini eşe dosta tavsiye eden saat meraklılarına yönelik kurslar, söyleşiler düzenlediniz mi?

Fotoğraf/heykel sergileri açarak, sanatla bağlarınızı güçlendirdiniz mi?

Sözlü tarih çalışmaları yaparak kültürel bir değer olan saat tamircilerinin, güngörmüş ustaların anılarını, kadim bilgilerini bir yere kaydettiniz mi?

İçinde yüksek şahsiyetlerin değil, sarayın veya devlet erkanının değil, halkın kullandığı, manevi olarak bağlandığı saatlerin bulunduğu sivil bir müzeniz var mı?

Ya saatlere ilişkin araştırmaların yapıldığı bir enstitü, bir kütüphaneniz var mı?

Saatler hakkında farkındalığı artırmak amacıyla bir festival düzenlediniz mi?

Bence en önemlisi çocuklara saatleri sevdirecek neler yaptınız?

Saat tamircisi



Yukarıdaki fotoğraf yaklaşık 1932-1933 yılları arasında ünlü fotoğrafçı Brassaï tarafından çekilmiş. Fotoğrafta müthiş bir atmosfer var. Hele dışarıdan bakan çocuğun yüzündeki ifade, bilinmezliğe, mekanik saatlerin uzuvlarına bakan gözler ve saat tamircisinin her işini kendi yapan, kendi kendine yeten insanlardaki o mağrur ifadesi arasında büyük bir gerilim olduğunu seziyorum. Bu gerilim bilinen ile bilinmeyen arasındaki uçurum, çocuk için başka bir dünyaya açılan pencere gibi, ama saat tamircisi daha küçük bir dünyaya bakıyor, küçüldükçe büyüyen ve insan zekasının, insanın yeryüzündeki serüvenlerinden birinin küçük ama derin olan dünyasına bakıyor. Arızanın nerede olduğu çoktan tespit edilmiş, kusursuz bir çalışma ile saat yeniden hayat bulacak.

"Saat tamircisi" denilen insanlar ne tuhaf insanlar. Her zanaatkar eserine imza koymaz elbette, ancak saat tamircilerinin nesilden nesile geçen birikimlerinin gözle görülür onca ize rağmen, onca tamir edilen saate rağmen isimlerinin çabuk unutulması ve saat dünyasından kaybolmaları nasıl izah edilebilir?

Usta işi mekanik saatler (masa saatlerinden duvar saatlerine kadar envai çeşit saatler) hep onu yapan kişinin adıyla anılır, tamirciler daha sonraki yıllar içinde zamanın yıprattığı, yahut bilgisizliğin ezdiği bu muazzam makineleri kendi bilgileri ölçüsünde kimi vakit beceriksizce, kimileyin benzersiz bir ustalıkla tamir ediyorlar da ustaları bilen yok.

Ben pencereden ustaya bakan gözlerdeyim. İrili ufaklı, çalışan çalışmayan saatlere bakıyorum, ama en çok da ustanın tamir ettiği saate bakıyorum. Elleri maharetli ve deneyimli hareketlerle bildik bir coğrafyanın patikalarında geziniyor. Kırık bir parçayı çıkarıp tamir ediyor, yahut değiştiriyor. Fakat bir yığın minik parçayı tekrar aynı yerlere bırakmak zorunda, onlar da ustalıkla yapılıyor.
Pencereden ustaya bakan gözlerim hayranlıkla büyüyor.

Bu bilinmezlik çemberini kıran çok az saat tamircisi var. Ama gölgeleri dahi zor sezilen ve bilinmeyen, artık yaşamayan, aramızda olmayan nice saat tamircilerini, ustaları sevgiyle analım, yaşayanların da kıymetini bilelim, onları el üstünde tutalım, saygıda kusur etmeyelim.

Çok yaşa usta!

Sen olmasaydın, saatim dilsiz kalırdı. Ben de nereye gideceğimi bilemezdim.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...