Fikir yeni değil ama aklın saati çok taze


SIHH 2011 ile pek ilgilenmiyorum aslında, yine de merak bu yeni neler var diye bakmakta fayda var, gelen fotoğraflara, yazılara bakınca da bazen mekanik saatlerin eskilerini sevenlere güzel sürprizler çıkıyor, yeni yorumlar, eskiye saygı gösteren, geçmiş bilgilerin geçmediğini görüp zamanın hakkını teslim eden yeni güzellikler görüyorum.

Eski fikirlerin taze bir ruhla yeniden yorumlanması güzel.

Kaynak: Watch Happening, SIHH 2011 - BAUME & MERCIER - CAPELAND CHRONOGRAPHS

Saati sevmeyen saatçiler ne iş yapar?


Onların gözünde saatin manavdaki bir meyveden veya market rafında duran cam bir bardaktan öte bir anlamı yok.

Saati sevmeyen saatçilerden söz ediyorum, mesleklerini sevmeyen, mesleklerinin hakkını vermeyen saatçilerden bahsediyorum.

Onların arasında saatin maddi anlamının yanında manevi bir yanı, kültürel bir değeri olduğunu bilenler de vardır elbette, ancak öylesine azınlıktalar ki, netice hiç değişmiyor.

Hemen her mesleğin kendine göre ayrı bir zorluğu ve meşakkatli yönleri var, fakat (tamircisinden, sadece sattığı saatten komisyon alan satıcıya kadar herkes için saatçi tabirini kullanıyorum) başka bazı mesleklerin yanında saatçilik mesleğinin zorlu yanlarının yanında bir de güzel tarafları var. Bunların ayırdına varan ve erken örgütlenen pek çok meslek üyesi, kendi yaptıkları işin güzel yanlarının farkında olup, mesleki bilgilerini, görgülerini geliştirmek, kültürlerini artırmak, yarınlarını da düşünüp yatırım yaparak varlıklarını korumak, sanata yatırım yaparak gücünü artırmak derdinde olduğu halde, saatçiler kendi mesleklerine olan saygılarının azlığı mı desem, 'günü kurtaran tüccar' zihniyetinin yaygınlığı mı desem bilmiyorum, saatçiler kendi mesleklerinden yana hem umutsuzlar hem bilgisizler, hem de geleceklerini hiç düşünmüyorlar.

İlk paragrafa dönmek isterim, saatçilerde ne mesleklerini korumak, ne de geleceklerine yatırım yapmak hevesini ve heyecanını göremiyorum. Kimi istisnalar hariç satıcıların tek derdi elindeki ürünü satmak! Elbette bundan doğal ne olabilir diye düşünülebilir. Ama böyle düşünmek insanı küçümsemek, hayatı basit değerlere indirgemek demektir.

Arz-talep ilişkileri, ekonomik göstergeler, hesap kitap işleri, kâr-zarar oranları... iyi güzel de insan ruhu salt bunlardan mürekkep değildir ki?

Hem aslında sadece parasını düşünseydi insanlar saatçiler hiç saat satamazdı! Cep telefonları yetiyor da artıyor bile diye düşünürlerdi - ki halen öyle düşünen çok insan var, kolunda saat taşımayı gereksiz bulanlar çok.

Öyleyse saatçilerin birlik olup bu konuda biraz daha düşünmeleri gerektiği ortadadır.

Hayatımız sadece para-pul işlerinden ibaret değil. Çocuğumuza baktığımızda parayı, evimize baktığımızda, kitaplığımızdan okumak için bir kitap aldığımızda aklımızdan geçenler sadece para mıdır? Niçin kitap alıyoruz? Niçin kolumuzda babamızın, dedemizin saatini taşımak ve bununla gurur duymak istiyoruz?

Biraz düşünün saatçi arkadaşlarım (saat satarak geçimini temin eden, kendi yaşam standartlarını yükselten ama aslında saatçilik değil de komisyonculuk yapan işadamları da düşünsün isterim).

Ya satıcılar?

Müşterilerle doğrudan konuşan saat satıcıları siz de düşünün biraz, sizden kendi meşrebine uygun bir saat isteyen hemen herkese istisnasız neden "Kaç liranız var cebinizde?" diye soruyorsunuz? Bu tavrınızla insanları ürküttüğünüzü, saat satmakla değil sadece ceplerindeki parayla ilgilendiğinizi, saati sattıktan sonra müşteri denen kitlenin umurunuzda olmadığı izlenimi verdiğinizi biliyor musunuz?

Saatçi milletine bazı sorularım var:

Elde ettiğiniz gelirin ne kadarını saat sevgisini geliştirmeye ayırıyorsunuz?

Saatçiliğin tarihi ve kültürel gelişimine ilişkin ulusal veya uluslararası bilimsel/ciddi bir sempozyum düzenlediniz mi?

Saatlere ilişkin sözlükler, kitaplar yayımladınız mı?

Araştırma alanları arasında mekanik saatler ve saat kuleleri olan kültür tarihi araştırmacılarına hiç destek oldunuz mu?

İsviçre'den, Almanya'dan getirdiğiniz broşürleri, özgün dildeki katalogları aynen getirdiğiniz gibi insanların önüne koyarak neyi amaçlıyorsunuz?

Saat sevgisini anlatan resimler çizdirdiniz mi?

Her biri fahri elçiniz olan, sizin saatlerini eşe dosta tavsiye eden saat meraklılarına yönelik kurslar, söyleşiler düzenlediniz mi?

Fotoğraf/heykel sergileri açarak, sanatla bağlarınızı güçlendirdiniz mi?

Sözlü tarih çalışmaları yaparak kültürel bir değer olan saat tamircilerinin, güngörmüş ustaların anılarını, kadim bilgilerini bir yere kaydettiniz mi?

İçinde yüksek şahsiyetlerin değil, sarayın veya devlet erkanının değil, halkın kullandığı, manevi olarak bağlandığı saatlerin bulunduğu sivil bir müzeniz var mı?

Ya saatlere ilişkin araştırmaların yapıldığı bir enstitü, bir kütüphaneniz var mı?

Saatler hakkında farkındalığı artırmak amacıyla bir festival düzenlediniz mi?

Bence en önemlisi çocuklara saatleri sevdirecek neler yaptınız?

Saat tamircisi



Yukarıdaki fotoğraf yaklaşık 1932-1933 yılları arasında ünlü fotoğrafçı Brassaï tarafından çekilmiş. Fotoğrafta müthiş bir atmosfer var. Hele dışarıdan bakan çocuğun yüzündeki ifade, bilinmezliğe, mekanik saatlerin uzuvlarına bakan gözler ve saat tamircisinin her işini kendi yapan, kendi kendine yeten insanlardaki o mağrur ifadesi arasında büyük bir gerilim olduğunu seziyorum. Bu gerilim bilinen ile bilinmeyen arasındaki uçurum, çocuk için başka bir dünyaya açılan pencere gibi, ama saat tamircisi daha küçük bir dünyaya bakıyor, küçüldükçe büyüyen ve insan zekasının, insanın yeryüzündeki serüvenlerinden birinin küçük ama derin olan dünyasına bakıyor. Arızanın nerede olduğu çoktan tespit edilmiş, kusursuz bir çalışma ile saat yeniden hayat bulacak.

"Saat tamircisi" denilen insanlar ne tuhaf insanlar. Her zanaatkar eserine imza koymaz elbette, ancak saat tamircilerinin nesilden nesile geçen birikimlerinin gözle görülür onca ize rağmen, onca tamir edilen saate rağmen isimlerinin çabuk unutulması ve saat dünyasından kaybolmaları nasıl izah edilebilir?

Usta işi mekanik saatler (masa saatlerinden duvar saatlerine kadar envai çeşit saatler) hep onu yapan kişinin adıyla anılır, tamirciler daha sonraki yıllar içinde zamanın yıprattığı, yahut bilgisizliğin ezdiği bu muazzam makineleri kendi bilgileri ölçüsünde kimi vakit beceriksizce, kimileyin benzersiz bir ustalıkla tamir ediyorlar da ustaları bilen yok.

Ben pencereden ustaya bakan gözlerdeyim. İrili ufaklı, çalışan çalışmayan saatlere bakıyorum, ama en çok da ustanın tamir ettiği saate bakıyorum. Elleri maharetli ve deneyimli hareketlerle bildik bir coğrafyanın patikalarında geziniyor. Kırık bir parçayı çıkarıp tamir ediyor, yahut değiştiriyor. Fakat bir yığın minik parçayı tekrar aynı yerlere bırakmak zorunda, onlar da ustalıkla yapılıyor.
Pencereden ustaya bakan gözlerim hayranlıkla büyüyor.

Bu bilinmezlik çemberini kıran çok az saat tamircisi var. Ama gölgeleri dahi zor sezilen ve bilinmeyen, artık yaşamayan, aramızda olmayan nice saat tamircilerini, ustaları sevgiyle analım, yaşayanların da kıymetini bilelim, onları el üstünde tutalım, saygıda kusur etmeyelim.

Çok yaşa usta!

Sen olmasaydın, saatim dilsiz kalırdı. Ben de nereye gideceğimi bilemezdim.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...