David S. Landes etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
David S. Landes etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Saatin elleri


Saatlerin elleri huzurlu kedi ayakları gibidir. Patiler sakince hiç canınızı yakmadan hayatınıza merakla bakar.  Akrep ile yelkovan, varsa saniye ibresi size veya çevrenize bakar durur, kimi ağır ağır güngörmüş bir şekilde kimi aceleyle kimi de orta karar bir hızla dünyanızı izler.

İnsan saati icat ederek bir devrim yapmıştır, fakat saatin icadı insanın daha iyi olmasına neden olmayıp, belki de iyiliğin haddinden fazlasının kötülük olduğu düsturundan hareketle bu devrimin beklenenin aksine insana çok zarar verdiğini de söyleyebiliriz. Oysa kendi başına saat büyük hesapların peşinde değildir, üreten zihni temsil eder, hayatımızın içinde adeta canlı bir varlık gibi yer edinir.

Saatiniz meraklıdır ama sizin istediğiniz kadar merak eder. İsterseniz onu bir kenara bırakır ve uzaklaştırırsınız yanınızdan. İsterseniz daha çok saatin yanınızda durmasına izin verirsiniz.

Saatler aldırmaz gibi görünür, oysa onlar hayatınızın bir parçasıdır.

Sizler uyurken veya yürürken, saatlerin elleri hayatımızı bir dolmakalem gibi yazar, onlar ömrümüz boyunca görünmeyen daireler çizip dururlar.

Saatin ayakları işte bu dairelerdir, bize sarılmak, bizi avutmak isteyen akrebin, yelkovanın, saniye ibreleri dönerken unut demek isterler, unutmak iyidir, saate her zaman bakman gerekmez, soyut sayıların bir anlamı yoktur zaten.

Saatler şu kısa dünyada avunmak içindir, zamanı öğrenmek için değil.

SAAT KÜLTÜRÜ OKYANUSUNDA TÜRKİYE



Evdeki kitapları dergileri düzenlerken katalogların çokluğuna şaşırdım. Hemen hepsi İsviçre saatçiliğinin meşhur markalarına ait katalogların yanında diğer kitaplar pek zavallı göründü gözüme, katalogları alt raflara indirdim ama düşünmeden edemedim:

Ülkemizde saatçilik sektörü sadece kendine dönük yaşadığından kültürü ve bilgiyi hiç önemsemiyor. Bunda İsviçre saatçiliğinin de payı var kuşkusuz, ancak her şeyi oluruna bırakmamak gerek. Kurumlar para kazandığı işe yatırım da yapmalı. Yatırım da sadece maddi anlamda olmaz, manevi yatırım da vardır, kültürüel ve sosyal yatırımlar da vardır. Küçük gibi görünen kıvılcımları önemsemeliyiz, dergiler bir adım, daha ilerisi kitaplardır, bir ötesi bir saat ansiklopedisidir, daha ötesi kütüphane ve ve bir sivil müze oluşturulmasıdır.

Ülkemizin yegâne saat müzesi olan Dolmabahçe Saat Müzesi devletin önemli bir adımıdır, bazıları devleti küçümser, oysa sivil birikimin akıl edemediğini yaparak daha önde olan devlet ile birlikte topluma daha büyük yatırımlar yapılabilir. Neden İzmir'de, Adana'da, Hakkari'de, Bursa'da, Edirne'de bir saat müzesi/kütüphanesi olmasın?

Oysa daha dünya saat kültürünün belli başlı klasik olmuş kitapları (David Landes) dahi ne yazık ki Türkçe'ye çevrilmemiş durumdadır, öylesine önemli kitaplar var ki, onlar olmadan bir saat kitaplığından söz edilemez, oysa bu tarz kitaplar ne yazık ki Türkçe olarak yoklar, görünmezler.

Almanca, Fransızca ve İngilizce kaynakların çokluğu yanında Türkçe'de olan tek tük kitaplar okyanusta damla sayılır.

Dünya saat kültürünü bir yana, daha ülkemizdeki Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi saatçiliği hakkında külliyat oluşturacak birikimi bırakın bir iki kitap hariç ve sergi kataloğunun (onlar da saat kuleleri ve güneş saatleri üzerinedir) dışında yayın yoktur.

Çeşitli dergilerde (İstanbul, Toplumsal Tarih, P, Atlas) yayımlanmış makaleler var elimizde ve biraz sevindirici olan bazı dergilerin özel sayıları var işte o kadar. İsimlere bakıyorum hep aynı kişiler, kahramanca bir şeyler anlatmaya çalışan araştırmacılar ki onların da sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor...

Demek istediğim, saatçilik dünyasındaki etkili yetkili bazı arkadaşlarımın "yok ben ETA'nın her ayrıntısını biliyorum", "replika saat aslında hakiki saate giden aydınlık ve pek mukaddes bir yoldur", "yok dinozor kemiği parçaları bulunan bir saat yapılmış, fiyatı da şu kadar", "Çin'de saat yaptırıyorum" diye hem yapay gündemi takip edip hem maddi dünyanın getirileriyle övünürken, mesela Mustafa Şem'i Pek üstadımızdan haberdar olmamalarını pek manidar buluyorum.

Açıkçası saat konusunda sohbet etmeyi, markaları çekiştirmeyi çok seviyoruz da, kalıcı işler üretmeyi pek düşünmüyoruz. Ben de İsviçre saatçiliğinin hakkını teslim etmek gerektiğinden yanayım (ancak eleştirilerim/itirazlarım var elbette) ve çok güzel saatler ürettikleri için onlara hayranlığım değişmez. "Ama meraklıların gayet iyi bildiği gibi Almanya'da, Fransa'da, Japonya'da da çok güzel saatler üretiliyor, bunların arasında Türkiye'nin de adı geçseydi hani hiç fena olmazdı" deyince hayalpererest olmakla itham ediliyorum. Oysa demek istediğim başka, saat bilgisinin kültürünün artması demek saatseverlerin çoğalması demektir diyorum, saat kültürü de insanlığın ortak miraslarından biridir, öyleyse memleketleri bir yerde geçmek, insan ve eşyanın tabiatını/kalitesini yükseltmek gerekir diyorum, bunun için ilk yapılacak şey kendi mirasımızı ve dünya mirasını bilmektir. Durum şu: Ne kendimizi biliyoruz ne de dünyayı hakkıyla tanıyoruz, gereksiz bilginin çokluğu ise korkunç miktarda, zihin bulandırıcı ayrıntıların çokluğu karşısında insan ne yapacağını şaşırıyor doğrusu.

Bir de muhafazakar bir toplumda yaşadığımız söyleniyor, köklerimize bağlılık her fırsatta dile getiriliyor da Osmanlı saat ustalarının kadrini kıymetini bilen de yok bu şaşaalı meydanda, çok tuhaftır, en acı olan kısım da şudur aslında: Üniversitelerimiz de son derece ilgisizdir bu konulara. Cumhuriyet tarihimizde Osmanlı Saatçiliği ile ilgili yapılmış tezlerin sayısını yazarsam epeyce bir gülünür sanıyorum, o yüzden yazmamak daha iyi. Saatçiliğimiz konusundaki çalışmalar maalesef ciddiye alınacak oranda değil. Her şeyden önce bir zihniyet değişimi yaşamalıyız, değişimin ilk adımı farkındalıktır, yaşadığımız toprağın farkında değiliz, edebiyatımızın farkında değiliz, bu böyle daha gider...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...