İfrit teferruatta mahfuzdur*



Kimi zaman bileğinde 45mm çapında süt danası büyüklüğünde pilot saati taşıyan insanları görüyorum da şaşırıyorum.

Pilot değil, o akşam uçuracak bir uçağı yok, gözleri de şahin gibi, benden iyi görüyor, elinde şöyle babayani deri bir eldiven de yok ki saatin tacına hunharca asılıp ferahfeza ayarını yapsın.

Fakat masa saati büyüklüğünde bir pilot saatini yanında gezdirmekte bir sakınca görmüyor.

Zenith Aéronef Type 20 -2012

Şanlı geçmişine, zekice düşünülmüş tasarımlarına hayran olduğumuz Zenith, bu tür insanlar için özene bezene, üstelik geçmişe de şık bir atıfla Aeronef Type 20 adında bir saat yapmış. Ancak tacın başka bir dünyadan gelmiş gibi olması, kadrandaki kırmızı ibrenin baş ağrısı yapması ve nihayet yelkovanın çirkinliği beni yoruyor.

Evet pilotlar için tacın iri olması gerekli. Evet şu gerekli, bu gerekli. Hepsini anlıyorum, fakat zevksizliği anlamıyorum. Eski tasarımın da yenisinden aşağı kalır yok, ilkel bir duruşu var. Yine de çirkinlikte, torunu kadar aşırıya kaçmayan bir yanı olduğu görülüyor.

Zenith Aéronef Type 20 - 1939

Gözlere daha fazla eza için işkencenin fazlası:

1. http://www.lacotedesmontres.com/No_9044.htm
2. http://chronos24.pl/basel-2012-zenith-montre-d-aeronef-type-20/
3. http://www.zenith-watches.com/pilot/fr/plan-de-vol-numero-1/montres-et-compteurs-historiques

*Şeytan ayrıntıda gizlidir.

Ahtapot saati

Romain Jerome * The Octopus


Zamanın kollarına uzanmak mümkündür bazen.

Azıcık geri çekilmek gerekir, ki yavaşlayalım.

Bir tarih kitabı yeterlidir bazen. Kolundaki saat tıkır tıkır işlerken, aklına, kalbine akan zamanlar, kelimeler, isimler, yerler, ahtapotun karanlık sularda gezinmesine benzer.

Sevdiğini öpmek, ona sarılmak, elini tutmak yeterlidir bazen: Kolundaki saat, akrebin ağırbaşlı hüznünü taşırken, yelkovanın acele etmeden, kadifemsi ilerlemesi gibi, bütün güzel zamanlar, ahtapotun ışıklı sularda yıkanmasına benzer.

Kitapların, dergilerin uyukladığı bir odaya girmek gerekir bazen: Masanın üzerinde, Refik Halit Karay'ın gözlerinin gezindiği bir saat uyanır. Ahtapotun kollarından biri dokunmuştur, zaman uzayıp gider.

Bir şehre, başka bir şehirden bakmak gerekir bazen: Bir anne yaramaz çocuğunu çağırır. Kız kardeşinin saçlarını örgü yapar ablası. O zamanlar, ahtapotun kolları eskimiş bir şarkı gibidir, bazen duyulur, bazen duyulmaz olur şehrin loş sokaklarında.

Bazen saatin durması iyidir. Öfke, isyan damarlarında duramayan, geçtiği yerlerden hiç çıkmayan bir mürekkep gibi yayılır. Ahtapotun kolları devrimcidir, zamanı izlerken yumruğunu kaldırmak istersin, gökyüzündeki güneş, inançların toplamı gibi terletir insanı.

Saatini koparmak istersin bazen. Yahut ahtapot alır, denize götürür haksızlıklara dayanamayan saatini, karanlık sulara atar, sen de kaybolursun, birlikte yürüdüğün arkadaşların da.

Ne de olsa ölüm hakikattır.

Vakit geçer, gazetelerin sayfalarındaki mürekkep kurur, kağıt sararır.

Geriye kum kalır.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...