"Churchill’in saati, Atatürk’ün saati"


Bilindiği gibi Winston Churchill adındaki siyasetçi, dünya tarihini değiştiren kişilerden biri. Yukarıdaki fotoğrafı ise seneler evvel görmüş, hazretin köstekli saatinin nasıl bir şey olduğunu merak etmiştim.

Çok sonra cebindeki saatin markasının Breguet olduğunu ve zamanla cep saati anlamına da gelen tuhaf bir isimle "The Turnip" yani "şalgam" adıyla (ki şalgama benziyor sahiden) vaftiz edildiğini öğrendim:



Bugün de usta çevirmen ve 2008'de 48. sayısı ile birlikte yayın hayatı sona eren efsane "P Dünya Sanatı" dergisinin yayın yönetmeni Celâl Üster Cumhuriyet gazetesindeki köşesinde "Churchill’in saati, Atatürk’ün saati" başlıklı okunacak güzel bir yazı yazmış, bir bakın derim.



Churchill’e hediye edilen cep saati işte böyle bir şey ama pek kullanıldığını zannetmiyorum.

Özlediğim saatlere bakarken


Eskilerin saatlerine baktıkça aklımı kaçıracak gibi oluyorum. Refik Halid Karay bu saatlere takıntılı insanları yazmıştı. Bir ağıt gibi geçip gittiler bu dünyadan. Bu da geçer ya hu, dediler.

Yeşilin en güzel tonunu arayıp bulan o güzel insanlar, bekleyip, zamanın en derin düştüğü yere bakıp bir "ah!" çekmişler.

Ne acı, ne hüzünlü, eskilerin yüzünde aradığım zamanları buluyorum.

Şimdi saat kaç güzel dostum?

Ben güzelliğin yüzüne baktığımda saat kaç bilmiyorum.

Abdülhak Şinasi Hisar'ın Saati



Her saat bir yalnızlıktır.

Her saat, onlarca veya yüzlerce parçadan oluşsa da ortaya çıkan "bütün" neticede yalnızdır. Aslına bakarsanız bir saatin esas güzelliği de burada görülebilir. İnsana kendini hatırlatır. 

Saatimize her defasında zamanı görmek için bakmıyoruz galiba. Bazen sadece zamana bakmak isteriz. Size de oluyor mu bilmiyorum, ben bir hep geç kalmışlık duygusuyla bakarım saatime. Zaman ben bakmadan biraz önce taşınmıştır sanki. Zaman hep benden önce davranır, geride kalan sadece gölgelerden ibarettir diye düşünürüm. Bu aldatıcı duygunun nedeni nedir bilmiyorum. 

Zamanı görmenin mümkün olmadığını biliyorum ama zamanda nefes alıyoruz ve zaman, içinde hapis kaldığımız, sağa sola çarparak uçmaya çalıştığımız, kendimizi kurtarmaya çabaladığımız bir fanusa benziyor. Öylesine yumuşak bir fanus ki dışarıyı gördüğümüzü zannedip seviniyoruz, sanki kurtulabilirmişiz gibi. Her saat bir sanat eseridir sadece ve her saat bir avuntu nesnesidir. Bir saat üretebilseydim adının "Havsala" olmasını isterdim. Kuş gibiyiz şu koca dünyada, ruhunu bilmediğimiz bir zamanda uçamıyoruz. 

Zamanı görmenin her zaman mümkün olduğunu biliyorum. Attığımız her adım bir saattir, dokunduğumuz her çiçek bir saattir. Zamanın görüntüsü çok, rüzgâr mı esiyor? İşte lodos saati yanımızda. Kar mı yağıyor? Kar saati olmasın isterim. Üşümek, soğuk bir saattir. Ağaçlar çiçek mi açmış? Baharın saati gelmiştir. Bir damla sıcak su ile kahveyi uyandırırsan, kahve saati olmuştur.


"Mazi hepimiz için Âdem'in kovulduğunu hatırladığı Cennet'tir. Annelerimizin yüzleri
ve muhabbetleriyle yoğrulmuş; çocukluğumuzun sevinçleri ve emelleriyle örülmüş bu mazi,
ömrümüze ikide bir ahenklerini salan bu musiki, ruhumuza eski kuvvetlerinin yeni bir hamlesiyle
esince duyduğumuz bahtiyarlık içinde anlarız ki mazinin sükûtu ve sesleri de, hüznü ve zevkleri ile gönlümüzde hâlin gürültülerine ve hislerine her zaman galip gelecektir. Herkesin dünyayı daha yeni gördüğü bu gençlik zamanlarını sevmesi ve mazinin böyle herkese hoş görünmesi mukadderdir.”
diyen Abdülhak Şinasi Hisar bir saattir.
 

Tik tak, tik tak, tik tak, insan daima yalnız bir saattir.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...